Bakın çevremize.. Dört bir yanımızda bizi yakından ilgilendiren çok önemli olaylar gelişiyor..
Bu olaylar günümüz dünyasının gündemini de belirliyor. Ancak, TürkiyeÂ’de fazlaca tartışılsın istenmiyor. “Dikkatli olalım, ulusal çıkarlarımızı gözetelim” diyenler, ya “komplocu”, ya da “statükocu” ilan edilerek dışlanıyor.
Oysa, çevremizde gelişen bunca olay karşısında, devekuşu misali başımızı kuma gömemeyiz. Seyirci de kalamayız..
Uluç Gürkan’ın 10.04.2004 tarihli Star Gazetesin’de yayınlanan yazısı.
Hiç umursamıyoruz ama, Gürcistan ile hemen kuzeyde sınırımızın yanıbaşındaki Batum-Acara özerk bölgesi arasında yaşanan gerginlik, bu olayların bizi içine nasıl çekebileceği konusunda çarpıcı bir örnek oluşturuyor..
Gürcistan Başkan Saakasvili’ye, AcaraÂ’nın başkenti Batum girişinde ateş açılması üzerine Gürcistan ordusu alarma geçirilmiş ve bölgenin abluka altına alınabileceği ültimatomu verilmişti. Acaristan Başkanı Abasidze de, çareyi RusyaÂ’ya yakınlaşmakta ve Türkiye’den yardım istemekte bulmuştu. Abasidze, “1921 tarihli Kars Antlaşması Turkiye’yi garantör kılıyor. Türkiye bunun gereğini yapmalı” diyordu. Gerçekten de, Kars AntlaşmasıÂ’nın 6. maddesine göre, Acaristan’ın sınırları ve statüsü değiştirilemez ve Türkiye de bunun garantörlerindendir.
Peki, bu konuda Türkiye ne yapıyor? Dünden bugüne bölgede olaylar nasıl ve ne yönde gelişti? Bir bilenimiz var mı?.
Oysa, bilmemiz ve önlemlerini almamız gerekiyor.. Gürcistan ve Acara arasındaki gerginlik daha da tırmanacak. BatumÂ’un Kafkas petrol-enerji havzasındaki kilit konumu nedeniyle burada iddialı bir güç oyunu oynanıyor. Türkiye, ister istemez bu oyunun bir parçası olacak. Ne var ki, hangi rolü oynayacağını da, kimin için oynayacağını da düşünmüyor bile..
* * *
Biraz daha ilgiyle seyrettiğimiz olaylara gelince..
IrakÂ’da ABD “İkinci Vietnamı” yaşıyor. Çözümü de, IrakÂ’ın Şii ve Sunni Arap halkını bütünüyle karşısına alarak topyekün şiddet uygulamakta arıyor. FelluceÂ’de bir camiyi bombalayak 40 kişiyi öldürmesi bunun kanıtı..
IrakÂ’taki bu bataklık ortamında PKK, sivrisineklerini hiçbir engelle karşılaşmadan üretebiliyor. Beşini yeni açtığı dokuz kampta 5 bin terör makinasının eğitimine hız vermiş durumda.. Bizse hala ABDÂ’den minnet bekliyoruz.. ABDÂ’nin karşısında tek politikamız boyun eğmekten ibaret kalmasaydı, bu gelişme Türkiye için haklı ve uluslar arası hukuka uygun bir “sınırötesi operasyon” gerekçesi olmayacak mıydı?
Baharla birlikte PKK terörü TürkiyeÂ’de yeniden can almaya başlarsa, bunun faturası nasıl ödenecek?.
Nihayet Kıbrıs.. “AB yolunda en büyük engelden kurtulduk” diye pek çoğumuz sevindirik olduk. Annan Planı ile yaratılan model Rumların yönetiminde “üniter devlet” ağırlıklıymış, “Kurucu Devletler” denilen yapılar federal devletin eyaleti durumundaymış, Kuruluş AnlaşmasıÂ’nın “Ana Hükümler” bölümünün üçüncü fıkrasında “egemenlik” yerine “otoriteler” kavramı kulanılıyormuş, federal seçimlerle ilgili belgeler bölümünde Türklerden “cemaat” diye söz ediliyormuş.. Bunlarla şimdilik pek azımız ilgileniyor.
KıbrısÂ’ta Türk tarafının kara sınırı bulunmasına karşın deniz ve hava sınırlarının olmaması, dolayısıyla EgeÂ’nin yanısıra AkdenizÂ’de de kıta sahanlığı ve fır hattı sorunlarını yaşayacak olamız da bizi ilgilendirmiyor. “Nasılsa biz de AB üyesi olacağız, AB üyeleri arasında bu sorunların ‘kıymet-i harbiyesiÂ’ mi olur” rehaveti içindeyiz.
Evet, çevremizdeki bütün bu gelişmeler karşısında ulusal çıkarlar doğrultusunda politika uygulayabilmemiz için önce kendimizi nasıl gördüğümüze bakmak gerekiyor.. Biz kendimize bir “kıymet-i harbiye” biçiyorsak, sınırların, hem karada, hem havada, hem de denizde, AB içinde de “kıymet-i harbiyesi” olacaktır..