Adının etrafında dolanıp duruyor

Nil Karaibrahimgil’in ‘müzikte başarılı olduğum alanlar’ listesinde başarı sırasına göre ilk üç şöyle:
1) Söz yazarlığı,
2) Bestecilik,
3) Ses. Özgür Kız yeni ve orijinal şeyler yapmak, müzisyen olarak tanınmak istiyor, ama reklamlardan da kopamıyor
Özgür Kız dağlardan ineli bir hayli oldu. Şimdi ikinci albümünü yaptı, şarkı söylüyor, konser veriyor ve fakat hala Özgür Kız kendisi. Çünkü reklamlar da devam ediyor bir yandan. Bir şey değil, “- Nil Karaibrahimgil – Kim? – Şu Özgür Kız vardı ya, – Haa!” tarzı diyaloglara malzeme olma tehlikesiyle karşı karşıya ömür boyu. Yani benim gördüğüm kadarıyla ortada ikinci albümünü çıkarmış Nil Karaibrahimgil isimli bir müzisyenden ziyade, reklam yıldızı olan, ama aynı zamanda albüm de yapan, albümünün içine reklam müziklerinden de koyan, metin yazan, fikir bulan, aynı zamanda karikatür çizen, ilerde dizi ya da film senaryosu yazabilme potansiyeline sahip, çok yönlü, çok amaçlı, içinden yetenek geçen, hoş bakışlı, neşeli bir hatun kişi söz konusu. Benim bu röportajdaki en büyük zaferim fotoğraf çektirmekten hoşlanmayan Nil’i, “Q dergisinde çok güzel bir fotoğraf gördüm ama yanıma almayı unuttum, neyse,” deyip meraklandırmak, sonra “Şimdi anlatsam komik gelecek neyse boşver,” deyip iyice meraklandırmak, sonunda da kendisini kafedeki sandalyenin üzerine çıkarıp fotoğrafını çektirmek oldu. Diyeceksiniz ki ne var bunda. O da doğru. Bu arada valla billa öyle bir fotoğraf var…
Ne zaman sadece Nil olacaksın?
Kampanya bir sene daha devam edecek ve değişecek. Başka bir formatta yeniden başlayacak. Ondan sonra ne olur bilmiyorum.
Kendini reklamcı olarak mı görüyorsun, müzisyen mi?
Müzisyen olarak görüyorum. Reklamla tanınmış olmanın ve cingıl yapmanın bana yüklediği çok güçlü bir imaj olduğunun farkındayım, ama müzisyen bir aileden geliyorum, küçük yaştan beri besteler yapıyorum, üniversitedeyken de gruplarım vardı. Doğal olarak, o kadar reklamın ardından…
Hala da öyle… Özgür Kız’ın üzerine ayrıca bir kimlik daha kurmaya çalışıyorum. Normalde önce yaptığın işle tanınıyorsun, sonra bir reklamda oynuyorsun ya. Benimki öyle değil, tam tersi olduğu için zor oluyor. Ama ben cingılları yaparken de onlara şarkı muamelesi yapıyorum. Yani onlar 30 saniyelik, ürünlerin satışı için hazırlanmış şeyler, şarkılar da sanattır diye görmüyorum. Onlar da şarkı, beğendiğim için zaten albüme koydum.
Bu albüm Nil’in albümü değil, onu müzik aracılığıyla tanıtmaya yarayan bir şeymiş gibi geldi bana. Yani bir tür Nil reklamı gibi. Sen ne diyorsun?
Neden sana öyle geldi?
Nil Dünyası, Nil FM, öyle gidiyor. Kendi imgelemin etrafında dönüp dolaşan bir şeyler yaratmışsın ve müzik ikinci planda kalmış gibi. Belki reklamcılıktan gelen bir şeydir…
Yok hayır. Bunu hep söylüyorlar ama alakası yok. Neden Nil Dünyası? Çünkü kendine has bir şeyle ortaya çıktığım için o ismi koydum. Çünkü yüzde yüz gerçek ve samimi bir şey yaptığımı düşünüyorum. O yüzden salt kendimden oluştuğu için hoşuma gitti. İkincisinin adının Nil FM olması yine aynı nedenden. Yani kendi frekansını yayan bir tip olarak anılmak istediğim ve öyle algılanmak istediğim için. Bunun için Nil’in etrafında dönüyorum. Bundan sonraki albümlerimin de isimlerini böyle koymayı düşünüyorum. Nedeni bu…
Yaptığın işe not veriyor musun?
Tabii ki… “Kaç veriyorsun kendine,” diyorsun… Enteresan. Şöyle değerlendireyim. Puanlama değil ama üç madde sıralayayım sana. Birincisi, kendimi şarkı sözü yazarı olarak çok beğeniyorum. İkincisi bulduğum melodilerin kolay olduğunu ve güzel olduğunu da düşünüyorum. Üçüncüsü ses, çünkü o bunları taşımak için kullandığım bir araç, öne çıktığım bir performans değil. Sesimi geliştirmek için son bir senedir çok fazla çalışıyorum ve çalışmaya devam edeceğim. Zayıf ve güçlü olduğum yönlerin farkındayım ve her televizyona ya da sahneye çıktığımda kendimi seyrediyorum ve beğenmediğim bir sürü şey oluyor.
Özgür Kız’ken acayip karizmatik bir tip olarak algılandın. Konuşmuyor, dağlara çıkıyor filan. Sonra ne zaman şarkı söylemeye başladın, televizyonda konuştun, her şey değişti.
Karizma yerle bir oldu diyorsun…
Öyle demiyorum ama senin konuşmadığın dönemde herkes hayalinde bir tip canlandırıyordu, seni onunla özdeşleştiriyordu..
Evet. Çok güzeldi o yıllar.
E konuşunca tabii kimi hayaller yıkılmıştır. Demin de mesela “Ben aslında müzisyenim,” dedin. Üstündeki bu iki kişiliği nasıl idare ediyorsun?
O, senin dediğin gibi uzaklara bakan, dağlara çıkan, sessiz, karizmatik bir kızdı. Sonra ben ‘kek yaptım’ diye sevimli filan bir tip olarak çıkınca tabii bir çelişki oldu. Bütün bunlar önce reklam yıldızı olup sonra müzik yaptığım için oluyor.

Ben onlara gidecektim, onlar bana geldi
Bir gün albüm yapacağını biliyor muydun hep?
Aslında kestiremiyordum. Evde oturup beste yapan, üniversitede okuyan, daha sonra da “Ben n’aparım?” diye düşünen biriydim. Türkçe beste yapmıyordum, snobluğumdan dolayı. Bir sürü İngilizce şarkım vardı ve ben gidip yurtdışında bir albüm yapmak istiyordum. Ama bu Özgür Kız çıkınca plak şirketleri üstüme geldi. Ben de “Bir Türkçe şarkı yaptım, herkes çok beğendi,” diye düşündüm. Kendime güvenim geldi ve Türkçe beste yapmaya başlayınca albüm yapmayı düşünmeye başladım. Ben onlara gidecektim, onlar bana geldi. Güzel oldu.
Seni en çok etkileyen üç müzisyen?
Tori Amos, Madonna, Tom Waits.
Tori Amos konserine gittin mi hiç?
Ya, hayır maalesef. Şimdi dünyadaki festivallere gitmek istiyorum.
Björk MTV Unplugged konserini izledin mi?
İzledim.
Sahnede biraz Björk’ün oradaki hallerini andırıyorsun, ne dersin?
Teşekkür ederim, çok güzel bir iltifat ettin. Björk’ü çok seviyorum. Bütün konserlerini, kliplerini izliyorum. Röportajlarını, hakkında yazılmış bütün biyografileri okuyorum. Tamamıyla kendine has. Beni o yüzden çok etkiliyor. Tori Amos da öyle.
Sence seni sevenler neden seviyor, sevmeyenler neden sevmiyor?
Sevmeyenler şöyle diyor: “Bu kız şarkıcı değil, sesi yok.” İkincisi “Bu kadar neşeli olacak ne var, çok şımarık.”
Çok mu neşelisin?
Çok neşeliyim. Şu anda gergin olduğum için nemrut bir tip gibi gelebilirim sana. İşte bu sinir ediyor insanları. Ne var bu kadar mutlu olacak, buradan saldırıyorlar. Üçüncüsü de, çok fazla kendimden yola çıkarak, kendime âşık bir şekilde, kendimi kendi istediğim gibi anlatarak yapıyorum işimi. Beğenen beğenir, beğenmeyen beğenmez. Bu insanlara kibirli geliyor olabilir.
Sevenler bölümüne geçelim.
Geçelim. Bence en önemlisi gerçek bir tip olduğum için seviyorlar. Ya da olmaya çalışıyor olmam diyeyim.
Yani “Hep türkücü mü çıkacak bu ülkeden?” diyorsun…
O değil, ama hiç cesur bir şey olmayacak mı ya? Kimse yeni bir şey yapmaya uğraşmayacak mı? Herkes aşktan, kadınlardan aynı şekilde mi bahsedecek?
Başarılı bir insan mısın?
Kendimi başarılı olmak konusunda çalışan, o yolda giden biri olarak görüyorum. Ama daha ikinci albümümü yapmışım, tutup da başarılıyım diyemem. Ben ne zaman birinden böyle bir cümle okusam içimden “Yok yaa!” diyorum. “Ben çok güzel şarkı yazıyorum, ben çok güzel bir insanım…” Hemen ilk tepkim ve herkesin ilk tepkisi, değilsin. O yüzden öyle konuşmayı sevmiyorum. Neyse yani gidişatımı iyi görüyorum. (Kahkaha)
Nasıl bir ortamda büyüdün?
Neşemin kökeni burada yatıyor. Çok şanslıydım, çünkü çok mutlu bir çocukluk geçirdim.
Neydi seni mutlu eden?
Çok seviliyordum. Hâlâ da öyle. Çok üzerine titrenen ve güvenilen bir çocuktum. Babam enteresan bir tipti. Benim hayatımda büyük etkisi var. Kendisiyle çok dalga geçen, şarkıları da öyle olan bir insan. “Bakın kendim hakkında şöyle bir şarkı yazdım. Sizin hakkınızda böyle bir şarkı yaptım,” diyen biri. Hayata karşı bir dalgacılık, müziğe bakışında kendine güven, sevilmenin verdiği bir tatmin duygusu… Bunlarla büyümenin etkisini görüyorum.

Şarkılarımı 10 sene sonra anlayabileceğim
Bir şarkıda sürünmekten söz ediyorsun. Süründün mü hiç gerçekten?
Gerçekten şu ana kadar süründüğümü hissetmedim. Ama şarkı boyutuna geçince başka bir şey var. Sana çok acayip bir şey söyleyeceğim; sanki bir kanaldan bana bir bilgi geliyormuş gibi. Hayatın bazı damarları var, bana uğruyormuş, benden de hafif gıdıklayarak, pembeleşerek çıkıyormuş gibi. En acı şey bile. Bir filtreymiş gibi hissediyorum kendimi. Yazdığım şarkıları 10 sene sonra filan anlayabileceğimi düşünüyorum.
Sen, kendi şarkılarını mı?
Evet. Bazen “Ne dediğimi duyuyor muyum?” diye düşünüyorum. İlham denen şey var gerçekten.
Rüyâ görür müsün çok?
Evet.
Kâbus görür müsün?
Evet.
Hep aynı kâbusu görür müsün?
Evet. Her zaman gördüğüm kâbus şu: Ben bir deniz kenarındayım ve çok büyük dalgalar var. Ama çok büyük. Ben her zaman denizle ilgili şeyler görüyorum neden bilmiyorum. O dalgalar üstüme geliyor. Şehri yutacaklar, herkes kaçmaya başlıyor, ben duruyorum. Dalga üstüme geliyor, orada bitiyor.
Peki, bir şey yaptığında ilk kimden fikir alırsın, iyi mi, kötü mü diye?
Çok insan var. Ama birincisi annem. Çok objektif ve acımasız olabiliyor. Aynı zamanda da bir kadın olduğu için bakıyorum onda rezonansa geçiyor mu şarkı?
Melville’in bir sözünü albüm kapağına taşımışsın; “Orijinallikte başarısızlık, taklitte başarıdan iyidir,” diye. Rahmetli eski patronum da “Yavrucum, Amerika’yı yeniden keşfetmeye ne gerek var?” derdi…
Ben orijinalim demek o kadar garip geliyor ki bana. Ben o lafı stüdyoya astım çalışırken. Cesur olmaya çalışıyorum, daha önce kimsenin anlatmadığı gibi anlatmaya çalışıyorum.
16 yaşında hissediyorum demişsin. Ne kadar sürer, sonra hangi yaşa geçilir diye düşündün mü hiç?
Hiç bilmiyorum. Benim burada kast ettiğim şey katılaşmayı yenmek. Korkuların yönettiği bir insan olmayı aşmak.

Sen Türkiye’ye dön en iyisi…
Reklam yıldızı oldun, albüm çıkardın başka neler yapmak istiyorsun gelecekte?
Ben hafif filozofa doğru giden bir yoldayım. Ciddi bir konuya su tabancasıyla ateş etmek gibi. Mesela Radikal’de benim karikatürlerim yayımlanıyordu. Karikatür kitabı çıkarmak istiyorum.
Peki her şeyi yapmak insanı dağıtmaz mı?
Dağıtmaz çünkü zaten evde çiziyorum hep. Önemli olan “Bunları alın, basın,” demek sadece. Dizi yazmak istiyorum. Film senaryosu olabilir. Senaryo nasıl yazılır filan öyle kitaplar aldım onları okuyorum. Bir duruşu gerçekleştirmek istiyorum. Sahnede konuşmak, okuduğum şeylerden bahsetmek istiyorum.
Yurtdışına açılmayı düşünmüyor musun?
Düşünüyorum. Ama ‘mainstream’e oynamak bence çok akıllıca değil. Dünya müziği denen bir şey var. Bence bizim becerebileceğimiz o. Çünkü hemen anlaşılıyor senin aksanından, tipinden. Bu dünya marketine oynamak daha akıllıca.
Şu ana kadar aldığın en iyi eleştiri neydi?
Herhalde şuydu. Yıllar önce New York’a gidip İngilizce şarkıları çıkarmak istediğim zaman İlhan Erşahin’in bana “Sen, bence Türkiye’ye dön, 13 tane güzel şarkı yap, çünkü burada senin gibi gitar çalıp şarkı söyleyen binlerce kız var,” demesiydi. Sonra da olmuştur ama bu benim aklımda hep.
Peki en kötüsünü hatırlıyor musun?
Ben bunu kötü eleştiri olarak söylemedim mi?
Hayır bu iyi olanı…
Tamam, şuydu: “Nil, bırakın 20 yıl sonrayı, yarına bile kalmayacak,” lafı hakikaten kafama inmiş bir odundur yani. (Kahkahalar)

——————————————————————————–

Bu da Nİl projesİ
Mazhar Alanson komşum, bana “İstanbul’da herkesin bir projesi var,” diyor. Mesela burada oturuyoruz, yan masada illa bir proje var… Benim de var tabii. Babylon’da emprovize geceler yapmak istiyorum. Onlara bile söylemedim daha. Seyircilerden cümleler isteyeceğim, onlar
bir sepete doldurulacak ve daha sonra onları anında bestelemeyi deneyeceğim, aşık gibi.

——————————————————————————–

3 soruda karakter testİ
Parayla saadet olur mu?
Olmaz.
İç güzelliği mi, dış güzelliği mi?
İkisi de.
Boyut mu, işlev mi?
İşlev.
Sonuç: Tebrikler 10 puan.

PAYLAŞ
Önceki HaberTeknonun kabare starı BabylonÂ’da
Sonraki HaberResim, heykel ve seramik… üçü bir arada
AnkaraSosyete.com 2002 yılının Mart ayında yayın hayatına başladı. Internet yayıncılığının emekleme yıllarında hem internet reklamcılığına hem de Ankara gece hayatına damgasını vurdu. 2005 yılında Türkiye'nin 75. 2006 yılında 173. 2008 yılında ise 251. en çok ziyaret edilen sitesi oldu ( kaynak: alexa). 200 000 e yakın Ankaralı'yı fotoğraf karesine sığdıran AnkaraSosyete.com 12 yılda yüzlerce partiye ev sahipliği yaparken milyonlarca ziyaretçiyi de web sitesinde ağırladı. AnkaraSosyete.com ilk günkü heyecanı ile Ankaralılara hizmet vermeye devam etmektedir.